3D Van Gogh Deneyimi
''İnsanları sevmekten daha sanatsal bir şey olmadığını düşünüyorum.'' Vincent Van Gogh
Çadır görünümünü veren kapıdan içeri girdiğimde, ışık projeksiyonuyla Van Gogh’un ismi geçip gitti İtalik harflerle yazılmış ve parlak hoş bir slaty şeklinde siyah duvarlardan yansıyarak. Arles’teki yatak odasını çizdigi tablonun iskizi oluşmaya başladı yeşil zemin üzerine duvarda. Beyaz bir kalemle çizilen çizgiler cisimlere dönüştü yavaş yavaş, sonra renklendi Van Gogh’un eliyle. Sarıdan sonra en çok kullandığı renkteydi duvarlar, açık mavi. Arles’teki yatak odasının gerçek bir esintisinin içinde buldum kendimi. Hüzünlü bir keman sesinin eşliginde açilip kapanan kapı ve pencereler, ziyarete gelenleri selamlar gibiydi. Sadece kapı ve pencereler değil muziğin ritmi bile girer girmez kendimi içinde bulduğum dünyasında ruhuna bir el sallayıştı, ona dokunuştu. Açılan kapıdan girersem kendimi onun hayal dünyasında hissederim diye düşünsem de aniden onun dünyasında bulmuştum zaten kendimi. Ziyaretçiler için ayrılmış ahşap sandalyelere değil de duvarda gördüğüm onun çizdiği sandalyeye oturmak istedim. Duvara yansıtılan küçük beyaz görüntü efektleri her türlü yorumlanabilirdi. Bazen kar taneleri, bazen ruhundan arta kalan gözyaşları bazense sadece müziğin ritmine eşlik eden notalar gibi. Gökyüzünün yıldızlarla kaplı olması onun yıldızlara bakma sevdasına bir atıf olsa gerek diye düşündüm. Van Gogh ruhunu adeta yaşattıkları o atmosferde, onun gibi yıldızlara bakıp hayal dünyasına dalmak da ikinci bir alternatif olarak sunulmustu sanki. Burda amaçlananın Van Gogh’un dünyasına ve sanatına yeni bir bakış açısı getirmek oldugu çok açık ve netti.
İlk bölümde, farklı tabloların birbirine geçiş süreçleri farklılaşıyor, karmaşık bir ruh halini anlatır gibi beyaz toz bulutlarının arasından çıkıyor sonra yine farklı bir versiyonda o bulutların arasına gömülüyordu. Resim skeçleri sürekli ekranda yerini alıyor, onlara abisi Teo’ya yazdığı mektuplar eşlik ediyordu. Burada Van Gogh’un resmin keşfini anlatan ruh hali, uslup arayışı ve abisi ile yazışmaları çok güzel bir karografi oluşturmuş, surekli iskiz yapmak ve birseyler yazmak zorunda olduğu alışkanlığı vurgulanarak gösterilmeye çalışılmıstı. Her yakınlaştırma, önceki resimlerin gerçekte daha büyük bir görüntüye gömülü olduğu gözlenen bir mizansen süreciydi. Sanatçının bir konuyu tekrar tekrar inceleme ve boyama eğilimi, temel bir tema olarak alınmış, sanatına bakış açısı aynı resmi farklı duygularla yaşatmıstı. Ressam bir noktada durduğunda, ikincisinin farklı yerlerini gösteren çok sayıda eser yapmaktan zevk almıştı. Bazen bir yatak odası,bazen bir kafe, bazense sarı bir tarla.Resmin içindeki canlandırılmış öğeler, yüzüme vuran projeksiyon ışıkları ve meditasyon etkisi yapan müzik bulunduğum yerden adeta o tablonun içine sürüklüyordu beni. Bazen tarlanın ortasında bir traktor, bazen gökyüzünde uçan kuslar, bazen de suyun akmaya başladığı ve zemine çarptığ , sanal bir göle dönüştüğü bir nehir resmini görüyorduk. Altı resim projeksiyon yardımıyla sunuluyor ve üst resimde bir tren istasyondan çıkıyor, sonra aşağıdaki resme varıyor, ardından perspektifi takip edip tarlaların ortasından ve bir köprüden geçiyor ve nihayet ilk resme geri dönüyordu.
İkinci bölümde en sürükleyici eserlerinden bazıları eksiksiz bir atmosferde sunulmuştu. Gördüğüm manzara çizdigi resmin bütün öğeleriyle gerçek haliydi. Gün batımı ve doğumunun canlandırıldığı yapay ışık ve ses efektleri ve mevcut durumun canlandırıldığı konfigürasyon, görüneni tamamen gerçek bir görüntü haline getiriyordu. Bir de fısıltı halinde bir ses onun sözlerini söyledi mi,geriye söyleyecek çok fazla şey kalmıyordu.”Kalbimi ve ruhumu işime veririm, bu sureçte zihnimi kaybederim.“ “İnsanlari sevmekten daha sanatsal birşey yok.” Sayısız ayçiçeği gökyüzüne kuşların yanına doğru uçuyor, Gauguin’in onu kızdırmak için sürekli ayçiçekleri çizen bir Van Gogh resmi belki de kulağinı kaybetmesine sebep bardagı taşıran son damlaydı diye düşünuyordum. Ve Mavi Gece tablosu “Çoğu zaman gecenin gündüzden daha renkli olduğunu düşünürüm.” sözünü onurlandırıyor gibiydi.
Üçüncü bölümde, Van Gogh'un bastırmaya çalıştığı içine kapanık, suskun mizacını yansıtan ve ortaya çıkaran karanlık, kasvetli bir atmosferin içinde buldum kendimi. Burada gösterilen tam da bu kişilik özelliği ve alkole bağımlı olduğu zamanlardı. Sayısız illüzyonun içinde bulunduğu ruh halini temsil etmek için hareket eden ve küçülen duvarlar birbiri ardına gelip bir kasvetin içine sürüklüyordu insanı. Dağ başlarındaki ıssız manastırların tavanlarından damlayan su seslerine benzeyen ses efektleri eşlik ediyordu görüntüye. Bazen de bir akıl hastanesinde duyulabilecek türden sesler. Duvardaki portrelerin sihizbazların bir cismi yok etmeleri gibi renkli toz bulutlarına dönüşmesi hikayenin sonunu olumlu bitirme duygusunun hakim olduğu izlenimini veriyordu.
Hangi bölümde olursa olsun insanın kendine sormaktan alıkoyamadığı tek bir soru vardı.
Onu deha yapan deliliği miydi?
Ne yalan söyleyeyim, orda biraz da olsa delirme isteği doğuyordu insanın içine…
En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!