Yüzyıl Sonraki Torunuma Mektup-9
Mektubuma değil, satırlarıma başlamadan önce selam eder, büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öperim...
Mektubuma değil, satırlarıma başlamadan önce selam eder, büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öperim.
Bugün 3 temmuz 2021 günlerden cumartesi, şimdi düşünüyorum da bundan yüz yıl sonra bu satırları okuyan bir kişi ne hisseder?
Günümüzde sıkça kullanılan bir tabir var, insanlar kuşaklara ayrılmış x kuşağı y kuşağı diye, belki merak ediyorsunuz ben bu sistemin neresindeyim. Anlatmaya başladığımda bu gizem bitecek, aslında ilk paragrafta kendimi ele verdim, anladınız siz onu.
Benim çocukluk zamanımda cep telefonu yoktu, bilgisayar yoktu. Tek bir kanalın olduğu, siyah beyaz görüntülü televizyon vardı, mektup vardı, büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öperim diye başlayan, özel günlerde gönderilen kartpostal vardı. Kendimizin yaptığı tuğlalardan arabalarımız vardı, en ulaşılmaz oyuncağımız neydi biliyor musunuz; plastik bir oyuncak arabanın üzerine telden direksiyon yapıp, sanki uzaktan kumanda ediyormuşuz gibi oynadığımız araba vardı. Misketlerimiz vardı. Renkli renkli kapaklarımız vardı oyunlar oynadığımız. Küçük oğlum Buğra’ya bunları anlattığımda “baba sen Osmanlı zamanından mı yaşadın” diyor. Teknoloji hayatımıza o kadar hızlı girdi ki, oğlum böyle bir yaşantının olabileceğini dahi hayal edemiyor.
Bizim çocukluk yıllarımız çok donanımlı oyunlarla geçti. Çelik çomak adında bir oyunumuz vardı ki mükemmel bir koordinasyon gerektiren, beş bilinmeyenli bir denklemin çözümünü yapmak gibiydi, kısa olan çubuğun adı çelik uzun olanın adı çomaktı. Çomakla yerde bulunan çeliğin öyle bir noktasına öyle bir kuvvetle vurmalısın ki yerden havalansın ve sen havadaki çeliğe doğru açıyla ve doğru kuvvetle vurasın mümkün olan en uzak mesafeye gitsin diye rakip takımın oyuncuları çeliğin gittiği yere kadar tek ayak üstünde sekerek giderler.
Aileler bir araya geldiğinde, en sevdiğimiz oyun ismi, isim, bitki, şehir, hayvan oyunuydu, ülkemizin tüm şehirlerini bilirdik.
Sokak oyunlarımız vardı, birdirbir, uzun eşek, saklambaç, yakan top, istop, içerisinde koordinasyon, takım ruhu, işbirlikçilik, paylaşma, genel kültür, yardımlaşma, işaretle anlaşma, aklınıza gelebilecek her şeyi barındıran oyunlardı.
Şimdi bakıyorum da bunlardan eser kalmamış, temennim, bu mektubun okunduğu yıllarda dönüşümün iyi yönde olması, çocuklarımızın yeniden, cep telefonları, bilgisayarları bir süre dahi olsa da bir kenara bırakıp bunları tatmasının istiyorum.
Bundan yüzyıl öncesi 1915 Çanakkale Savaşında dedelerimizin ayağında, yırtık parçalanmış çarıklarla savaştığını, sadece yarım kuru ekmek ve üzüm hoşafıyla var olmaya, vatan topraklarını korumak için canlarını feda ettiklerini düşündüğümüzde, her yüzyılın ne demek olduğunu daha iyi anlarız.
Bu mektubu okuyan sevgili torunlarım, ben bu mektubu yazarken 48 yaşındayım, yani günümüzdeki x kuşağına karşılık geliyor sen bu mektubu okurken aradan kaç kuşak geçecek bilemiyorum. Belki de kuşaklar harfle anılmayacak çünkü z alfabenin son harfi. Küçük oğlum Buğra bundan 30 – 40 yıl öncesinin varlığını dahi hayal edemiyorsa, ben bundan 100 yıl sonrasını çok merak ediyorum.
Dünya uyuma yeri değil, uyanışın gerçekleşmesi gereken yer. Farkındalığı ne kadar erken yakalarsak, yolculuğumuz o kadar uzun ve eğlenceli geçer. Sadece sevin, herkesi sevin, her şeyi sevin, kimseyi incitmeyin. Sevgi bütün kilitlerin anahtarıdır.
Hepinizi çok seviyorum ..
Büyük büyük dedeniz Murat Özkılıç
YAZAR: MURAT ÖZKILIÇ
En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!