Vesvese Sözlüğü 35- Süt Kokulu Serçe Kuşu

Ah, süt kokusu henüz geçmemiş minik serçe! O gün ben de biraz çocuktum senin gibi. Anne olmamış, anneliğin şefkat duygusunu henüz tatmamış bir çocuktum aslında. Şimdi olsa incinmiş yüreğinden tutar, sarılır, öperdim seni. On iki yıllık annesizliğine inat, on iki yıllık öperdim seni. Koklardım sonra seni geçmemiş süt kokundan. İçime çeke çeke koklardım bitsin diye kokun. Bitsin de kimse koklayıp anlamasın öksüzlüğünü.

Vesvese Sözlüğü 35- Süt Kokulu Serçe Kuşu

Öğretmen olmak hayaliyle okuduğum üniversiteden mezun olmuş, Anadolu’nun küçük bir kasabasına atanmıştım. Gerekli yerlere başvurularımı yaptıktan sonra belgelerimi almış, okulumun yolunu tutmuştum. Öğrencilerimle tanışmak için sabırsızlanıyordum. Biraz tedirginlik çok da heyecan vardı içimde. Okula vardığımda bayrak töreni yapılıyordu. Törene katıldım. Sonra meslektaşlarımla tanıştım. İdarecim bana ders programını uzattı ve derse gireceğim sınıfların yerini tarif etti.

Sınıfa girdiğimde “Günaydın, oturabilirsiniz çocuklar.” diyebildim sadece...Çocuklar da merakla bana bakıyordu. Sessizlerdi, belli ki tanımaya çalışıyorlardı beni, sinirli mi yoksa sakin biri miyim diye. Küçük yerlerde sizden önce isminiz gidiyor. Öğrenciler: “Öğretmenim, biz sizin geleceğinizi duymuştuk, bekliyorduk.” dediler. Biraz sohbet ve tanışma merasiminden sonra yoklama almak için sınıf defterini açtım. Birkaç dakika sonra öğretmen masasının etrafı öğrenciyle çevrelendi çünkü yoklama fişinde nereye numara yazacağımı, nereye imza atacağımı bilememiştim. Çocuklar da acemiliğimi anlamış olacaklar ki yanıma gelip minik parmak uçlarıyla gösteriyorlardı ne yapacağımı.

Zaman içinde alıştık birbirimize. Öğrenciler beni tanıdıkça daha rahatlıyorlardı. Ben ise disiplinli mi yoksa sevecen mi olmam gerektiği konusunda kararsızlık yaşıyordum. Tecrübeli meslektaşlarım “  tatlı sert “  olmam hususunda öğütler veriyorlardı.

Bu, tatlı sert hallerimle bilgilerimi aktarmaya çalışırken onlar da bana kendi kanından olmayan çocukların da çok sevilebileceğini öğretiyorlardı. Öğretmenlik ömür boyu öğrenme mesleğidir aslında.

Öğretmen kendini ne kadar yenilerse bir çocuk değişir.

Bir çocuk değişirse bir şehir değişir.

Bir şehir değişirse bir ülke gelişir. 

Biraz sert tavırlı, biraz güleç halimle bir denge tutturmaya çalışırken sınav zamanı yaklaşıyordu. İlk sınavda kolay sorular sorayım, düşük not almasınlar, konular ilerleyince onlar için zor olur, diye düşünüyordum. Bu nedenle herkesin yapabileceğini düşündüğüm bir kompozisyon konusu seçmiştim.

Sınav günü geldi. Sınıfa girdim, sınav kağıtlarını dağıttım. Soruları tek tek okuyup açıklıyorum. Son soruya geldi sıra: “Herkes anne konulu bir kompozisyon yazsın.” dedim. Soruyu okuduğum anda bir ses yükseldi sınıfta. Arka sırada oturan, sakin, sessiz öğrencim Ahmet bağırıyordu: “Ben yazmam anneyle ilgili yazı falan. Anne de neymiş? Girmeyeceğim ben bu sınava...” dedi ve elindeki kalemi, kağıdı fırlatıp çıkıp gitti sınıftan. Her şey o kadar ani oldu ki müdahale edemedim, ne olduğunu anlayamadım.

Sınıftaki öğrenciler tepkisizdi, hiç şaşırmadılar Ahmet’in bu çıkışına. Arkadaşları: “Öğretmenim! Ahmet’in annesi yok. O, çok küçükken bırakıp gitmiş Ahmet’i. Babası da başkasıyla evli, çok ilgilenmiyor onunla. Anneannesiyle yaşıyor Ahmet.” dediler.

Ben nasıl düşünemedim ki böyle bir durumu... Öğretmenliğimin ilk yılında ve ilk yaptığım sınavda çuvallamıştım. Çok önemli bir hayat dersi vermişti bana Ahmet, bir çocuğun dünyaya gelmiş olması onun, anne ve babası olduğu anlamına gelmiyordu.                          Bazı çocuklar annesiz yada babasız geliyordu dünyaya. Kendini bile bilmediği yaşta kabul görmemiş, terk edilmiş bir çocuktu Ahmet. Neydi ki anne onun için?

Onun dünyaya gelmesine vesile olan kadın, onun annesi olamamış,sadece taşıyıcısı olmuştu. Dünyaya getirmiş ve terk etmişti.Hayatına reddedilmiş, kabul görmemiş bir çocuk olarak başlayan Ahmet, kime sığınabilirdi ki? Sevilmemiş bir serçe kuşunun kalbindeki kocaman boşluğu anneannesi bile dolduramamıştı. Hayatın ipine asılmış tertemiz, mis kokulu çamaşırlar gibiydi Ahmet. Onu ipte tutan tek mandal anneannesiydi. O da olmasa yere düşüp çamura bulanacaktı belki de.

Durumu anlayınca sınıftan çıktım. Merdivene tünemiş, sessizce bekliyordu serçe kuşu. İçim gitti hissettiği acıya. Tuttum kırılmış kanadından. “Gel sınıfa gidelim. Sen kimi istiyorsan onu yaz. Anneanneni anlat, çok sevdiğin bir arkadaşını anlat, oyuncağını anlat, bir öğretmenini anlat... Anlat işte, kimi istersen onu anlat. “dedim . “Tamam öğretmenim.” dedi. Girdik sınıfa. Oturdu… Sıraya mı oturdu, yüreğime mi oturdu, bilmiyorum. Ah, çocuk!

Bebeklerde süt kokusu olur, hani cennetten geldiği söylenen koku. Anne- babası sevdikçe kokladıkça geçer o koku. Yeterince sevilmeyen, koklanmayan çocuklarda kalır süt kokusu.Çünkü ebeveynini kaybettiği yaşta kalır çocuk. Çünkü kimse burnunu minik boynuna gömmemiş, içine çeke çeke koklamamıştır .

Ah, süt kokusu henüz geçmemiş minik serçe! O gün ben de biraz çocuktum senin gibi. Anne olmamış, anneliğin şefkat duygusunu henüz tatmamış bir çocuktum aslında. Şimdi olsa incinmiş yüreğinden tutar, sarılır, öperdim seni. On iki yıllık annesizliğine inat, on iki yıllık öperdim seni. Koklardım sonra seni geçmemiş süt kokundan. İçime çeke çeke koklardım bitsin diye kokun. Bitsin de kimse koklayıp anlamasın öksüzlüğünü.

 Üzgünüm. Özür dilerim.

İnşaAllah, şu geçen yirmi yılda çok sevilmiş, sayılmışsındır. Hatta çocukların olmuş ve sen de çok iyi bir baba olmuşsundur.

 

 

YAZAR: Rahime CANSIZ

Yazar'ın diğer yazılarına ulaşmak için

https://nefes21.com/profil/rahime-cansiz

Yazar'ın sosyal medya hesabı

https://instagram.com/rahime.cansz?igshid=9nj9d0xyz64q

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!