Zamana Hükmedemeyenler
Ve zamanın geçiyor olması ne güzel bir nimetmiş. Her gün doğan güneşle kendi katından içimize verdiğin inşirah ne büyük bir mucizeymiş. Yüreğimizin en çok acıdığı anlarda dursaydı zaman, biz nasıl yaşardık. İnsan böyle zamanlarda “zamanın sahibine” sığınıyor. Zaman geçtikçe sıkıntısının azalacağı ümidiyle yaşıyor.
Zamanın durduğu anlar vardır. Kişi için güneşin doğup batmasının bir anlamının olmadığı günler. Derin derin nefeslerin alınıp verildiği zamanlar.Gözlerin bir noktaya takıldığı ve orada vücut bulan keder yüklü hisler… Ademden(adam, insan) ademe(hiçliğe) geçtiğimiz bu hayat serüvenimizde daima mutlu ve huzurlu olmak mümkün değildir. Ademe (yokluğa, hiçliğe) geçiş için üzüntüler, sınavlar, yıkılışlar da gereklidir. Her şeyin zıttıyla kaim olduğu dünyada varlığın kıymetini yoklukla, mutluluğun kıymetini hüzünle anlayabiliriz.
Bir gün, Allahım dedim içimden şükür ki zaman geçiyor. İnsanlara, doğaya, hayvanlara, duygularımıza ve düşüncelerimize hükmetmeye çalışanlar zamana hükmedemiyorlar. Zamanın sahibi sensin. Ve zamanın geçiyor olması ne güzel bir nimetmiş. Her gün doğan güneşle kendi katından içimize verdiğin inşirah ne büyük bir mucizeymiş. Yüreğimizin en çok acıdığı anlarda dursaydı zaman, biz nasıl yaşardık. İnsan böyle zamanlarda “zamanın sahibine” sığınıyor. Zaman geçtikçe sıkıntısının azalacağı ümidiyle yaşıyor.
Bir gün, bir hafta, bir ay …. günler geçerken dualar, yakarışlar devam ederken Asr suresi dolanıyor dilimize:
1- Asra yemin olsun ki
2- İnsan mutlaka ziyandadır.
3- Ancak iman edenler, salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.”
Zamana yemin eden rabbimiz “zaman ve sabır” kelimelerini aynı sure içinde kullanarak mesaj veriyor. Birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin ziyanda olmadığı müjdesini veriyor. Demek ki önce kendimize ve daralan ruhumuza tavsiye vereceğiz sonra çevremizde sıkıntı ve bir imtihan içinde olanlara…
Zamanın geçiyor oluşunun şükrüne vardığım zamanlarda Mevlana’nın şu sözüne denk geldim:
“ İyi ki geçiyorsun zaman, ya acının en derinime işlediği bir zamanda donsaydın.”
Demek ki aynı hisleri yaşayan insanlar, aynı düşünceleri üretiyorlar ve yine aynı duayla yalvarıyorlar Yaradana. Mevlana’yı da üzmüşler derinlerinde bir yerlerde.
Bu alem bir geçit töreni. Nasıl ki mutluluklar uzun süre durmuyor ve geçip gidiyorsa hastalık ve sıkıntılar da vakti gelince geçip gidecek. Bir zorluk veya hastalık anında insan sanki o anın hiç geçmeyeceği, ölene kadar süreceği hissine kapılıyor. Bu düşünce kişinin sabrını tükettiği gibi iradesini de zayıflattığı için kişi canına bile kast edip kendince kolay olan yolu seçiyor. Oysa dinimizde canına kıymak büyük günahlardandır. Hep düşünürüm, kıyamette Allah(cc) böyle kullarına: “Benim verdiğim canı niye aldın?” diye mi soracak yoksa:
“Ey kulum! Bana neden güvenmedin?” diye mi hitap edecek?
Mümin kişinin hiç terk etmemesi gereken inancı “Allah’a olan güvenidir.” Ki o büyük gün geldiğinde sorguya çekilirken içinde “güven” sorgusu olmasın. Güven önce en sevgiliye olmalıdır. Ateşe giden Hz. İbrahim(AS) gibi,
Bıçak boynuna dayanan Hz. İsmail(AS) gibi,
Kuyuya düşen Hz. Yusuf(as) gibi,
Önce Rabbimize güvenerek sonra onun bize verdiği güçle kendimize güvenerek sabırla yola devam etmeliyiz. Mademki bu dünya süreli ve zamanı gelince her şey gidiyorsa içimizde yaşattığımız korku ve hüzünleri de bizi dibe çeken düşünceleri de sevgiyle göndermeliyiz. Ancak o zaman insanlar ve kendimiz için üretmeye başlarız ve yaşam amacımızı gerçekleştirebiliriz.
Rahime CANSIZ
En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!