Yüzyıl Sonrası İnsanlığa Mektup
Bu mektubu insanlığa yazıyorum. Söz konusu insanlığa bir mesaj vermekse insan olmanın dili, dini ve rengi yok.
Karantina öncesi:
Evet korku var, evet izolasyon var, evet panik satın alma var, evet hastalık var, evet ölüm bile var.Fakat bunca yıllık gürültüden sonra Wuhan'da kuşları tekrar duyabilirsiniz.Sadece birkaç haftalık sessizlikten sonra gökyüzü artık dumanlarla kaplı değil, mavi, gri ve berrak. Assisi sokaklarında insanlar birbirlerine şarkı söylüyor, meydanlar bomboş, yalnız yaşayan insanlar pencerelerini açtıklarında çevrelerindeki ailelerin seslerini duyabiliyorlar. İrlanda'nın batısında bir otel olduğunu ve bu otelin ücretsiz yemek ve teslimat dağıttığını söylüyorlar. Genç bir kadın üzerinde telefon numarasının bulundugu el ilanlarını dağıtmakla meşgul, mahallede onu arayacak yaşlı birileri olabilir.Bugün Kiliseler, Sinagoglar, Camiler ve Tapınaklar evsizleri, hastaları karşılamaya hazırlanıyorlar. Tüm dünya yavaşlıyor ve dünyanın her yerinde insanlar komşularına yeni bir gözle bakmaya başladi, tüm dünyada insanlar yeni bir gerçekliğe uyanıyor. Gerçekten ne kadar büyük olduğumuza. Gerçekten ne kadar az kontrolümüz olduğuna. Gerçekten önemli olanın sevmek olduğuna.Bu yüzden dua ediyoruz ve bunu hatırlıyoruz. Evet korku var, ama nefret olmamalı. Evet izolasyon var, ama yalnızlık olmak zorunda değil. Evet panik satın alma var, ama hastalık haline gelmek zorunda değil. Evet hastalık var, ama ruhumuz da hastalanmak zorunda değil. Evet ölüm bile var, ama her zaman içimizdeki aşkın yeniden doğma ihtimali var. Şimdi nasıl yaşayacağınıza dair yaptığınız seçimlere uyanın. Bugün yeniden derin nefes alin. Dinleyin, fabrika seslerinin ardında kuşlar yine şarkı söylüyor, hava berrak ve açık. Bahar geliyor, ve biz her zamanki gibi sevgi tarafından kuşatılıyoruz. Ruhunun pencerelerini aç, bos meydanlara sesini duyuramayacak dahi olsan da şarkı söylemeye devam et! (Fr. Richard Hend)
29 Mart 2020 akşamı, radyonun bu yayını içinde bulunduğumuz durumu daha güzel cümlelerle anlatamazdı heralde o an. Üç haftalık karantina haberini aldıktan sonra isten cıkıp eve gelmiş ve dinlenme moduna girmiştim. Virüs haberlerini almaya başlayalı birkaç ay olmuştu ama Birlesik Krallık’ı yeni etkisi altına almaya başlamıştı. Mektubuma bu dizelerle başlamak istedim çünkü yaşadığmız bu olay ömrümde daha önce eşine hiç rastlamadığım bir tecrübeydi. 1720 Marsilya salgını, 1820 Kolera pandemisi, 1920 İspanyol gribi ve 2020 Korona virüsü. Her yüzyılda bir ortaya çıkan bu salgınlarin tesadüf olmadığına ve sonu gelmeyeceğine inandığım icin bu mektubu yüzyıl sonra okuyan kişinin de kendini bir salgının ortasında bulmasına bir ihtimal değil nerdeyse kesin gözüyle bakıyorum şimdiden. Aradan sadece iki yıl geçmesine rağmen virüs hayatımızı tamamen etkisi altına almış durumda.
Bu mektubu insanlığa yazıyorum. Söz konusu insanlığa bir mesaj vermekse insan olmanın dili, dini ve rengi yok. Pandemide birçok ülkeden tanıdıklarım hayatını kaybetti. Birgün eve girerken posta kutumda bulduğum, eğer virüse yakalanırsam karantinada olduğum sürece ihtiyacım olan herşeyi kapıma bırakabileceklerini ve günün her saati psikolojik destek icin arayabileceğim numaraları iliştirdikleri bir not hayatımın en güzel hatıraları arasına çoktan girdi. 1920’lerde insanlar İspanyol gribinden ölürken bunun sebebini bile anlamadı, bir salgının sözkonusu olduğundan ve korunma yollarından habersiz o dönemi atlatmaya çalıştı, dahası ücretsiz tedavi olabilecekleri kurumlar bile yoktu. Günümüz koşullarını bu durumla karşılaştırmak yüz yıl sonra yaşanacak bir pandeminin de bizim koşullarımıza göre ne kadar avantajlı olacağını gözler önüne seriyor. Hatta çok az sayıda insan ölmesi olasılığı yüksek.
Şimdi biraz yüzyil sonra olma ihtimali olan durumlara bir göz atalım. Birçok hayvanın nesli tükenecek, kutuplar insanlara ev sahipligi yapacak, bilimsel teknikler ilerledikçe insan beyninin karmaşık yapısı çözülecek ve insan yaşamı uzatılacak, hatta yaşlanma tersine çevrilebilecek. Zenginler cinsiyetine ten saç göz rengine hatta boyuna kadar önceden karar verebilecekleri genleri tasarlanmiş bebekler dünyaya getirecek. Depremler önceden tahmin edilebilecek. Yapay zeka insan aklıyla birleştirilecek ve insan zekasını kısmi de olsa genişletme becerisine sahip olacak. Ay ve mars kolonize edilecek ve ilk defa bir insan ayda doğarak ay vatandasi sayılacakç Gezegenler arası yolculuk yaygın hale gelecek. Nörolink gibi projeler sayesinde insanlar sadece düşünerek araçları kontrol edebilecek, konuşma gibi temel faaliyetleri telepatik bir şekilde gerçeklestirmek mümkün hale gelecek. Düşüncelerinizi başkasının beynine göndermek e-mail göndermek kadar kolay hale gelecek. İnsan zihni yapay ortama aktarılmaya çalışılacak, Sadece postaya attıgımız paketleri değil evlerimizi dahi dronlar taşıyabilecek. 3D mega yazıcılar sayesinde evinizde olmasını istediğiniz herhangi bir eşyayı dahi anında kendiniz üretebileceksiniz. Hologram teknolojisinin hayatımıza dahil olmasını söylemeye dahi gerek duymuyorum, daha birkac gün önce Çin’de saçını kestirmek ve boyatmak isteyen müşterisine hologram teknolojisiyle hizmet veren bir kuaforun videosunu daha birkaç gün önce izledim .Nüfus artışının devam etmesi yüzyıl sonra su altında şehirler kurmayı zorunlu hale getirebilir. Şimdiden bunlarla ilgili yapılan illustrasyonlar bile cok heyecan verici. Bu ve benzeri çok duyduğumuz ve zihnimizde oluşumunu canlandırdığımız bir çok tahmini sahne bilim kurgu filmlerini aratmayacak nitelikte. Çocukken izlediğimiz kara şimsek dizisi gerçek olma yolunda. İngiltere’de dünyanın ilk hava limani projesine geçen yıl başlandı bile.
Gelecekle ilgili yaptığımız başarısız tahminlere rağmen gelecek hakkında düşünmekten geleceği garanti altına alma içgüdüsünden vazgeçmiyoruz. Geleceği şekillendirenler de bitmek tükenmek bilmeyen bu sorulara cevap alma peşinde koşanların ta kendisi. Hayal etmek geleceği hep daha iyi sekilde hayal etmek, yapamasak da bizlerde cok güzel duygular uyandırıyor. Teknolojinin bu kadar ilerlemesine rağmen aslında kanseri bile tedavi edecek olan yasadiğimiz bu pozitif duygular. Yani aslında tüm hayatımızı hayallarimiz ve pozitif duygularımız şekillendiriyor. Teknolojinin sürekli gelişimini sağlarken insanlığın dünyaya ve yaşama zarar verdiği bir gerçek. Her dönemde bircok sorunu teknolojik olarak çözmeye çalışmamıza rağmen aslında en büyük sorunumuz kaygı. Hızına yetişemediğimiz teknolojik gelişmeler hayatımızı kolaylaştırıyor gibi görünse de kaygı düzeyimizi daha aza indirdiği söylenemez.Yüzyıl sonra nasıl yaşayacağımız değil nasıl hıssedeceğimiz ilgimi çeken.Birkac gündür yine savaş çığlıklarının atıldığı dünyada barışın hakim olması kalbimden geçen. Teknolojinin lüks yaşamamıza değil ruhumuza hitap edecek şekilde kullanılması. Gitgide yalnızlaştığımız değil yeniden bir olmaya çalıştığımız bir dünya.
Aldığımız her nefes umut dolu olmalı, yüzyıllar geçse de insanlığı bizim umutlarımız kurtaracak.
Fatoş Arslan
En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!