Vesvese Sözlüğü 90- Gerçekten Var Mıyız?
O zaman varlığımızın bile tartışıldığı bu dünyada neden yok olmaktan korkuyoruz ki? Bu dünyada bir hiç isek demek ki diğer tarafta var olacağız.
Tüm insanların yaşamı içinde kesin olarak bildiği ve emin olduğu tek bir gerçek var, o da bir gün öleceğimiz gerçeği. Ölüm kelimesi aynı zamanda iki tezat(zıt) durumu da bünyesinde taşır. Birincisi, gerçekliği kesin olmasına ve herkes tarafından kabul görmesine rağmen, en çabuk unutulan ve hatırlanmak istenmeyen bir kelimedir. Kişi, dünya üzerinde yaşayan insanların çeşitli sebeplerle vefat ettiklerini görmesine rağmen bu sıranın bir gün kendine geleceği gerçeğini görmek istemiyor. Ölüm kelimesinin ikinci tezatlığı ise anlamı içinde yeni bir yaşama geçişi barındırıyor olması.
Öncelikle insanlar bu dünyaya geldiklerinde varlığının hep bu dünya içinde devam edeceğini düşünüp sahibi olduğunu zannettiği değerlerini bırakmak istemiyor. İnsan varlığını devam ettirme ve sevdiği şeyleri koruyup gözetme fıtratıyla yaşadığı için ölüm gibi bir yok olma fikrini görmezden gelmek ve unutmak istiyor. İnsan, yok olmaktan en çok şu iki sebepten dolayı korkuyor, birincisi; sevdiklerini geride çaresiz bırakıp onların üzülmesine sebep olmaktan. İkincisi ise sevdiği kişiler tarafından unutulup gitmek düşüncesinden. Bu nedenle başkaları gözünün önünde vefat edip giderken bile kişi, kendisinin de bunu yaşayacağı gerçeğini hatırlamak istemiyor. Bu gerçeği zihninde öteliyor, önünde çok uzun bir zaman varmış hissiyle yaşamak istiyor. Her şey bir nefeslik aslında. Bir nefes sonra yok olmayacağımızın bir garantisi var mı? Geçen her dakika ölüme götürüyor.
Doğduğumuz andan itibaren ölüme olan yolculuğumuz başlıyor. Nefis, bu gerçeği bilmesine rağmen ölümü başkalarına yakıştırıyor da kendine yakıştıramıyor.
“Ete kemiğe büründüm,
Yunus diye göründüm.”
(Yunus EMRE)
Yunus Emre’nin dediği gibi hayatımız bu kadar işte. Bedenlendik, geldik ve bize bir isim verildi. “Yunus” diye göründüm derken verilen ismin de geçici olduğu, onun da bedenimiz gibi bizden alınacağını anlatıyor. Bedenimiz ve ismimiz bize verilen süre içerisinde bize eşlik edecek, zamanı dolunca da onları bu dünyada bırakıp gideceğiz. İşte bu gidiş ölümden korkanlar, ölümün yeni bir hayata geçişin kapısı olduğunu görmeyenler ve ölümden sonra yeniden dirilişe inanmayanlar için bir yok oluştur. Bu nedenle yok olma ve her şeyden tamamen kopma fikri kişiyi ölüm korkusuna sevk eder.
Kişi; sağlığını kaybedince, başına bir kaza gelince veya bazı musibetlerle karşılaştığında ölümle burun buruna geliyor ve yok olup gitmenin ne kadar çok kendisine yakın olduğunu anlıyor. Sonra o bildiği ve unuttuğu gerçekliğe uyanıyor. Gün gelecek önce ismimizi sonra sevdiklerimizi, malımızı terk edeceğiz. Bize verilen bu emanetlerin asıl sahibi olan Allah’a teslim edip gideceğiz. Bedenimiz de toprak altında yok olup gidecek. Üç- beş gün konuşacaklar sonra en yakınımızdakiler bile kalplerine gömecekler bizi. Bu dünyada hiç yaşamamış, hiç var olmamış gibi gideceğiz. Keşke ölmeden önce kalbimizden Allah’ın dışında bütün meşguliyetleri atsak. Kırgınlık, öfke, kin, mal sevgisi yani dünyaya ait her ne varsa sildiğimizde kul olmanın tadına varırız. Allah’ın varlığı dışında her şeyin “yok” hükmünde olduğunu anlarız.
Mevlana’nın bakış açısına göre öldüğün gün “Şeb-i Arus”tur. Yani “düğün gecesi” asıl sevilene kavuştuğun gecedir. Geçici ve bizi oyalayan sevgileri bırakıp sonsuz olan Sevgiliye kavuştuğun gündür, öldüğün gün. Bu bakış açısını yakalayabilmek ne kadar mümkün bilemiyorum. Çünkü ölüm fikrini kabul edenlerin içinde ayrı bir korku başlar; cezalandırılma korkusu. Günahlarıyla ve sevaplarıyla yüzleşir içten içe. Bu noktada inanç en büyük destektir inananlara. Korkunun yerini dualar ve tövbeler alır. İnanan kişi, ölmeden önce kendini arındırmak ister. Doğru olan da budur; kaçınılmaz olanı kabullenip hazırlığımızı ona göre yapmak. Berzah alemi dediğimiz alemde sevdiklerimize tekrar kavuşacağımız ümidiyle yaşadığımızda bu gidişin bir yok oluş olmadığını anlarız ve korkunun yerini teslimiyet alır.
Varlığımız konusunda sürekli araştırma yapan bilim insanları son araştırmalarında, en küçük yapı parçası olan atomu incelediklerinde atomun içinin boş olduğunu gördüler. Bu boşluğa enerji dediler. Böyle düşündüğümüzde biz ve evren titreşimlerden oluşan enerjiyiz. Bilim insanlarının söylemi şöyle bitiyordu: “Bizler gerçekte var mıyız, bu bile şüpheli. Evren ve insanlar bir yanılsama olabilir. Yani hepimiz bir “hiç” olabiliriz.” demişlerdi.
O zaman varlığımızın bile tartışıldığı bu dünyada neden yok olmaktan korkuyoruz ki? Bu dünyada bir hiç isek demek ki diğer tarafta var olacağız.
YAZAR: Rahime CANSIZ
Yazar'ın diğer yazılarına ulaşmak için
https://nefes21.com/profil/rahime-cansiz
Yazar'ın sosyal medya hesabı
En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!