Vesvese Sözlüğü 72- Sen De Başarabilirsin
Günümüzde insanlar okula başladıkları yaştan başlayarak ölene kadar üretim içinde oluyorlar. Üretim ayrıca çoğaltmak demektir. Okula giden çocuk; önce okumayı öğrenerek sonra hiç bilmediği bilgiler edinerek bilgilerini çoğaltmaya başlıyor. Daha sonra yaşam içinde çeşitli meslekler edinerek bütünün faydası için üretmeye devam ediyorlar. Fabrikada çalışarak, tarlada ekin ekerek, bilimsel alanda buluş yaparak, teknolojinin gelişimine katkı sağlayarak sürekli üretim halindeler. Çalışamayan ve hayatının huzur köşesine çekilmiş yaşlılarımız da etrafına sevgi üretip dağıtarak katkı sağlıyorlar bu döngüye.
Üretken kelimesi dilimizde en sık kullanılan kelimelerdendir. TDK’da üretme gücü olan, çok üreten demektir. Günümüzde insanlar okula başladıkları yaştan başlayarak ölene kadar üretim içinde oluyorlar. Üretim ayrıca çoğaltmak demektir. Okula giden çocuk; önce okumayı öğrenerek sonra hiç bilmediği bilgiler edinerek bilgilerini çoğaltmaya başlıyor. Daha sonra yaşam içinde çeşitli meslekler edinerek bütünün faydası için üretmeye devam ediyorlar. Fabrikada çalışarak, tarlada ekin ekerek, bilimsel alanda buluş yaparak, teknolojinin gelişimine katkı sağlayarak sürekli üretim halindeler. Çalışamayan ve hayatının huzur köşesine çekilmiş yaşlılarımız da etrafına sevgi üretip dağıtarak katkı sağlıyorlar bu döngüye.
Üreten insan, bu devamlılığı sağlayabilmek için sürekli kendini yenilemeli, dönüştürmeli ve bilgilerine yeni eklemeler yapmalıdır. Kişi de bu süreçte kendini daha iyi tanır. Yeteneklerinin farkına varır ve içindeki yapabilme potansiyelini keşfeder. Kendini geliştirmek için sürekli araştıran insan, zamanın kıymetini bilir ve zamanını boşa harcamaz.
Ülkelerin gelişimleri de araştıran, üreten, bilinçli insanlar sayesinde olur. Bu nedenle “Beyin Göçü” dediğimiz bir olgu var. Liderler , kendi ülkesine fayda sağlayacak, bilimi geliştirecek, çalışan ve üreten insanları, ülkelerine getirmek için güzel imkanlar sunuyorlar. Osmanlı İmparatorluğundaki “Devşirme” sistemi de bunun için vardı. Farklı ülkelerdeki zeki ve çalışkan çocukları alıp kendi kültür ve imkanlarıyla devrin en iyi alimleriyle yetiştiriyorlardı. Bunu fark eden Avrupa ülkeleri de burslarla ve en iyi imkanları sunarak farklı ülkelerden başarılı gençleri ülkelerine çekmeye çalışıyorlar.
Üretmek, sadece maddi anlamda ya da bilimsel anlamda bir şey ortaya çıkarmak değildir. Kişi sorunları karşısında onları aşacak çözümleri buluyorsa ve kendi içindeki gücü kullanabiliyorsa bu da bir üretimdir.
Üretim yolundaki insanın uğraştığı tek şey imkansızlık ve öğrenme çabası değildir. Her zaman yanında olan şeytan onun ümitlerini, insanların hayrına yapabileceği şeyleri vesvese vererek engellemeye çalışır. Şeytan zaten tüketen bir varlıktır. Kişinin en verimli zamanında ona yaklaşır ve zihnine de kalbine de vesvese pompalayarak onun yetersizlik duygusu hissetmesine ve başaramayacağı düşüncesine kapılmasına sebep olur. Mesela; İyi bir kazanç sonrası sadaka vermek isteyen kişiyi fakirlikle korkutarak vazgeçirir. İnsanların sağlığı için ve teknik bir alet geliştirmek isteyen kişiye ; ”Vazgeç, beceremiyorsun. Vaktini olmayacak bir iş için harcama.” diyerek üretim yolundaki kişiyi o yoldan döndürmeye çalışır.
Babam: ” Çiftçinin karnında kırk yıl vardır.” veya “Çiftçi için bir sonraki yıl vardır.” der hep, ekip de verim alamadığı ama pes de etmediği her hasat zamanının sonunda. “ İnşaAllah, seneye daha verimli olacak ekinler.” temennisi ve ümidi çiftçilerin ortak duasıdır . Yani bir yıl ekinini ektiğinde verim alamıyorsa bir sonraki yılı bekler, bu defa farklı bir ekim yöntemi ve farklı sulama yöntemiyle yapar işini. Yine olmazsa, pes etmez diğer yıl da farklı bir ürün çeşidiyle yine eker tarlasını. Ben hiçbir çiftçinin: ” Bu yıl ürün alamadım , bırakıyorum çiftçiliği .” dediğini duymadım. Onların içlerinde kırk yıl vardır. Kırk yıl boyunca ümidini yitirmeden, vesveseye düşmeden yapar işini. Çünkü tarlası, çiftçinin rızık kapısıdır.
Edison defalarca denemesine rağmen bulmayı başaramadığı ışığı, başarısızlık vesvesesine kapılıp çalışmayı bıraksaydı, insanlık aydınlığa kim bilir kaç yıl sonra kavuşacaktı.
Fatih Sultan Mehmet Han, atalarının birkaç defa kuşatıp alamadığı İstanbul’u onlar gibi başarısız olmaktan korktuğu için yetersizlik vesvesesine kapılıp vazgeçseydi İstanbul’u fethedemeyecekti. Çağ açıp, çağ kapatan bir hükümdar olamayacaktı.
Hicret gecesi, Hz. Ali (ra), kapıda Peygamberimizi(sav) öldürmek için bekleyen müşrikleri şaşırtmak için Efendimiz’in(sav) yatağına yatmasaydı, hicret nasıl gerçekleşecekti? Hz. Ali (ra) , ölümüne yattı o yatağa. O devirde başka kim bunu göze alabilirdi?
O gece büyük bir manevi üretim gerçekleşti. İnsanlığın uyanışı için insanlığı aydınlatacak ışık o gece yakıldı ve Medine’ye doğru ilk adımlar atıldı. Hz. Ali, ölüm korkusuna yenilseydi nasıl “ilmin kapısı” olabilecekti?
Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Mebus (milletvekili) olarak bir müddet Ankara’da ikamet etti. Ankara’nın soğuğuna karşı üstündeki kır ceketiyle üşür, titrer ama kimseye belli etmemeye çalışırdı. Meclise gideceği zaman arkadaşı Baytar Şefik Bey’in paltosunu ödünç alırdı. Mehmet Akif, çok verici bir insandı. Bir gün kapısına gelen bir fakirin üstünde ceket olmadığını görünce evdeki tek paltosunu ona verdi.. Başka bir gün evine gelen dilenciye de evdeki kilimi vermişti. Mehmet Akif’in maaşını aldığı zamanlar, eve gelirken yolda gördüğü fakirlere dağıttığı ve çoğu zaman eve parasız gittiği söylenir. Milli şairimiz, sahip olduğu imkanlara rağmen zengin bir hayat yaşamamış bir halk adamıydı. Bu nedenle maddi sıkıntı içine girdiği zaman arkadaşlarından borç alırdı. Böyle bir dönemde Meclis, milli marş yazılması için 500 lira para ödüllü bir yarışma yaptı. Yarışmaya Mehmet Akif’in katılmasını istiyorlardı. Fakat O, ucunda para olan bir yarışmaya katılmak istemiyordu. Yarışma sonunda 724 şiirden marş olabilecek yeterlilikte bir şiir bulunamadı. Tekrar Mehmet Akif’e teklif gitti. O da gelecek paranın direk Milli Eğitim Bakanlığı aracılığıyla kadınları desteklemek için kurulan bir derneğe verilmesi şartıyla şiirini yazdı. O zaman ikamet ettiği Taceddin dergahında yazma çalışmalarına başladı. Fakat, elinde sadece iki kağıdı vardı. Biri müsvedde diğeri de temize geçirmek içindi. Bu kağıtlar yetmediği için Mehmet Akif, ilham geldiği zaman dörtlükleri dergahın duvarlarına yazmıştır. Böyle imkansızlıklar içinde ülkemiz milli şairini de milli marşını da bulmuştur.
Mehmet Akif, fakirlik vesvesesine yenilip de para için yazsaydı İstiklal Marşını okuduğumuzda yine aynı hisleri duyabilir miydik sizce?
En değerli üretim tüm vesveselerinize rağmen, insanlığın hayrına niyet ederek çaresizlik ve imkansızlıklar içinde yapılan üretimdir. Rabbim böyle güzel niyetlerle yola çıkanları katından yardım ediyordur belki de. Bilemeyiz.
Bizler böyle çaresizlik içinde de olsa pes etmeyen, en iyi imkanlara sahip olduklarında da rehavete kapılıp üretimi bırakmayan atalarımızı örnek alıp gaflet hallerimizden kurtulmalıyız.
Ülkemizin gelişimi için hem maddi hem de manevi üretime devam etmeliyiz.
YAZAR: RAHİME CANSIZ
Yazar'ın diğer yazılarına ulaşmak için
https://nefes21.com/profil/rahime-cansiz
Yazar'ın sosyal medya hesabı
En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!