İçimdeki Saat 9'da Durmuş
Her sabah, kaybettiğim çocukluğumun yasıyla, telaşıyla, paniğiyle günüme başlıyormuşum ben. Karanlığın güvenli kollarından, aydınlığın tehlikeli yollarına düşüyormuşum her sabah.
Geçmişimde yaşadığım travmaları çözdüğümü düşünsem de bugüne kadar her anıma, her zerreme sinmiş olan etkilerini ve şimdim üzerindeki etkilerini çözümlemem o kadar da kolay olmuyor.
Hiç beklemediğim yerden karabasan gibi çıkabiliyor karşıma.
Şöyle ki:
İlk çocuğumu doğurdum, ikinci çocuğumu evlat edindik eşimle.
Biri erkek biri kız.
Eşimden ayrıldım.
Üçümüz yaşıyoruz.
Kızımla çatışmalar yaşıyoruz.
Nasıl mızmız, nasıl beni bezdiriyor.
Hem beni çok seviyor, hem çok kıskanıyor, kimselerle paylaşamıyor ve deyim yerindeyse iki eli yakamda.
Oğluma karşı disiplin kurmakta zorlanıyorum.
Kuralları sürdürmekte zorlanıyorum.
Onlarla nasıl vakit geçireceğimi gerçekten bilemiyorum.
Adeta panik yapıyorum.
Yalnız kalmak istiyorum.
Uzun zamandır çocuklarıma karşı olan, içimdeki bu direnci fark ediyorum.
Sorguluyorum kendimi.
Resmen bir duvar var onlarla aramda.
Neden olduğunu anlayamıyorum bir türlü.
Çözmeye çalışıyorum duygularımı, yakıştıramıyorum kendime bir anne olarak.
Bakıyorum diğer annelere, ne kadar da ilgililer çocuklarıyla.
Evet ben de her şeyi yaptım çocuklarım için.
Çok zorluklar yaşadım, mücadele ettim.
Görenler takdir ediyor beni.
Ancak samimi değilim.
İçimde hep bir mücadele var onlarla.
Anlayamadığım, çözemediğim bir şey var.
Onlara verdiğim emeği ve zamanı sanki kendimden çalmışım gibi hissediyorum.
Bana ne demek geliyor içimden.
Dün bir kapı açıldı içimde.
Şunu anladım:
Biz birlikte yaşayan üç çocukmuşuz meğerse.
Benim içimdeki saat 9 yaşımda durmuş.
Tacize uğradığım yaşta.
Ama bu durma yavaş yavaş, pili bitip de tekler gibi değil, şak diye olmuş.
Sanki saate koca bir taş atılmış, saat dıştan sağlam kalmış ancak içi paramparça.
Çalışmamış bir daha.
Nasıl çalışsın ki?
Aniden bitmiş çocukluğum.
Ben yetişkin görünümlü bir çocukmuşum, bunu dün idrak ettim.
Dün gördüm o yaralı çocuğu.
Onun yüzüne bakabildim.
Varlığını kabul edebildim.
Onu hissedebildim.
Anladım.
Yani çocuklarımdan kaçışım, bencil olduğum için ya da çocuklarımı kendimden korumak için değilmiş.
Sadece yaralı bir çocuk olduğum içinmiş.
Taşıdığım yükler çok ağır olduğu ve baş edemediğim içinmiş.
Gerçekten ne yapacağımı bilemediğim içinmiş.
Aslında mücadele, anne ve çocukları arasında değilmiş.
Yaralı bir çocuğun, hem iki çocuğa karşı hem de iki çocuğun yanında verdiği varlık mücadelesiymiş.
Çocuklar kendini düşünür ya haliyle, bencillik diyemeyiz buna.
Ben de çocuklarımı bugüne kadar, içimdeki çocuk halimle eğrisiyle doğrusuyla bugüne kadar getirmişim.
Bütün yükleri bu çocuk taşımış.
İnanın şu an yazarken içim acıyarak 9 yaşındaki o kız çocuğunun aslında ne kadar zorlandığını gördüm.
Acılarını hissettim.
Kabuklarını gördüm.
Sonra çocuklarımla mücadele ettiğim anlar geldi gözümün önüne.
Onların karşısındaki mızmız, huysuz, unutulmuş, terkedilmiş, sevilmemiş, canı acıyan, asi, yaralı çocuğu gördüm.
Kızımda kendimi gördüm dün.
Bilmeden, onu evlat edinme sebebim de buymuş zaten.
İçimdeki çocuğu büyütmek.
Bana aynalık yapıyor kızım.
Bana beni gösteriyor.
Aynada gördüklerim canımı yakıyor.
Ancak acısa da yüzleşmeye hazırım.
O iyileşsin ki, artık ben de büyüyeyim istiyorum.
Yetişkin olmak istiyorum.
Ve ben her sabah panikle uyanırım sabahlarıma.
Kalp çarpıntısıyla başlarım günüme.
Anlayamam sebebini.
Geçer sonra.
Tasavvuf dersinde kalp çakrasının yas, kayıp, ölüm nedeniyle tıkandığını öğrendim.
Dün o kapı açılınca iki bilgi birleşti.
Her sabah, kaybettiğim çocukluğumun yasıyla, telaşıyla, paniğiyle günüme başlıyormuşum ben.
Karanlığın güvenli kollarından, aydınlığın tehlikeli yollarına düşüyormuşum her sabah.
Bu taciz yazılarımı neden yazıyorum biliyor musunuz?
Benim gibi yıllarca üzerini örtmüş insanlar varsa beraber kaldıralım diye.
Gelmiş geçmiş sandığımız, o travmanın etkilerini anlatıyorum ki siz de sorun kendinize “Taciz acaba bana neler etti?” diye.
“Hayatımı nasıl kararttı?” diye sorun istiyorum kendinize.
Ki o karanlığa birlikte ışık tutalım.
Kimseler bilmez içimizi çünkü.
Biz bile mutlu sanırız kendimizi.
O kadar örteriz ki travmayı, dışarıya çıkamasın diye.
O kadar sarar sarmalarız ki travmayı, kendimizi korumak isteriz ondan.
Onunla yüzleşmekten kaçarız.
Ben Bülent Gardiyanoğlu ile kaldırdım o örtüleri.
Ondan aldığım eğitim ile kendimle yüzleşmeye cesaret edebildim.
Bize eğitimde “Ben yaptım siz de yaparsınız.” dedi.
Ben ona inandım.
İşte o gün benim doğduğum gündür.
Kendi kendimden ağlaya ağlaya, sancıyla doğduğum gündür.
Sonra karanlıklarım yavaş yavaş dağılmaya başladı ve güneş doğdu.
Ben de diyorum:
Ben yaptım siz de yaparsınız.
Hatta beraber yaparız.
Sevgiyle.
İPEK BÖCEĞİ
En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!