Hüznün Rengi

O günün sırrı neydi?

Hüznün Rengi

O günün sırrı neydi?

Gecenin karanlığının aydınlığa bağlandığı vakit alarm sesiyle uyanmıştı. Yarı uyur yarı uyanık, gözleri gelen mesaja gitti. Mesajda arkadaşı okumanın, ilim öğrenmenin, derinlemesine düşünmenin huzurunu anlatmıştı. Ne mutlu ona, diye düşündü.
İçini mahcubiyet ve hüzün kaplamıştı. Yatağından kalktı. Abdestini aldı. Sabah namazı için Allah’ın huzuruna durdu. Namazını bitirdi. Daha duasına başlayamadan gözyaşlarına boğuldu. Ağladı. Ağladı…

“Ben sana layık değil miyim? Habibine layık değil miyim? Allah’ım…” Dakikalarca öylece kaldı. Sonrasında kendini toparladı.
Çünkü hayat devam ediyordu. Bir yığın sorumluluğu vardı. Yapılacak işleri çoktu. Hazırlandı. Çocuğunu okula bıraktı. İşinin yolunu tuttu. Ancak hala gözlerinden yaş akıyordu. İstemsizce…
Günün rengi onun için hüznün rengiydi. Belliydi.
Onun durumunu en iyi anlayabilecek olan, mesaj atan arkadaşıydı. Onunla konuştu. Anlattı. İçinde yaşadığı her şeyi anlattı. Ağladı…
Sıkışıp kalmıştı sanki. İçi sıkıntıdan öyle derya deniz olmuştu ki sürekli ağlasa öyle atacaktı içindekileri…
Arkadaşı onu dinlemiş, rahatlamasına destek olmuştu.
Taşkınlığına çözüm olarak sadaka vermesini söylemişti.
Sadaka?
Ama nasıl?
Ay sonu yaklaşmıştı. Kime verecekti? Ne kadar verecekti? Düşüncelerle iş yerine vardı.
Tabi ağlaması devam ediyordu.
İlk müşterisini kan çanağı, balon gibi gözlerle karşıladı.
Durumunu gören müşterisi sordu:
-Bir şey mi oldu?
Ne olabilirdi ki?
Dışarıdan bakıldığında mükemmel bir eşi, çocuğu, işi, enerjisi vardı. Daha ne olabilirdi ki?
Belli ki müşteriside üzülmüştü onu öyle görünce.
-Hayırlı Cumaların olsun, dedi müşterisi.
Seninde hayırlı cumaların olsun diye cevap verdi.
-Biliyor musun? Sadaka verecek birini bulamadığımda şu yandaki kuşlara yem veririm. Sadaka niyetine…
Sadaka niyetine! diye içinden geçirdi.
Müşterisini uğurladı. Ağladı. Ağladı…
Bu tevafuk değil de neydi?
Hayır olsun diye geçirdi aklından.
Ne de olsa günün rengi hüzündü.
Bakalım daha neler yaşayacaktı?
Bedenen iş yerinde, ruhen başka alemlerdeydi.
Ruhundaki o hissettiği hüzün geçmiyordu. Ulucami’ye gitmeliyim diye geçirdi aklından.
Evet! Kesinlikle Ulucami’ye gitmeliyim.
Bu arada arkadaşının dediğini yaptı. Kuşların o günkü rızkını verene aracılık etti.
Mesai sona erdi. Ulucami’nin yolunu tuttu.
Ulucamiye vardığında derin bir nefes aldı.
Huzuru içine çekmeye çalıştı.
Namazını kıldı.Duasını yaptı. Gözyaşları yine durmaksızın aktı.
Duasında bugün Cuma.
“Her Cuma Ulucami’ye Hızır Aleyhisselam gelir” derler. Acaba bende görebilir miyim? diye geçirdi aklından…
Tabi ya layık mıydı? İçinde hep o soru!
Hüznünden haberi olan dostuda geldi sonrasında yanına.
Birlikte Kabe’nin resminin tam karşısına, her zaman oturdukları yere gittiklerinde genç bir çocuk onlara bakarak oturmayı istedikleri yere oturdu.
Onlarda gencin arka çaprazına oturdular.
Genç çocuk:
-Biliyor musunuz? Her Cuma buraya Hızır Aleyhisselam gelir.
Bildiğini ifade etmek için kafasını salladı.
Genç başladı anlatmaya.
Öyle bir anlatıyordu ki kitaptan okurcasına, bir o kadarda hızlı.
Tüm evliyaları, yaşadıklarını, hocalarını…
Anlattıklarını anlamak için pür dikkat dinlemek gerekiyordu.
İnanılmaz derecede bilgi doluydu. Mesaj içeren bir sürü cümleler…
Neler yapması gerektiğini bile söylüyordu.
Şimdi bu yaşadığı neydi? Düşünceler ile gencin anlattıkları arasında köprü kurmaya çalışıyordu.
Bir mesaj vardı belki de…
Dualarının cevabını mı alıyordu?
Anlamaya çalışıyordu.
Görebilmeyi, hissedebilmeyi, idrak edebilmeyi istiyordu Allah’tan…
Sabahtan beri beyninde dönen sorular!
Üzüntüsünün aynı gün içinde şükre dönüşmesi de neyin nesiydi?
Hayatında ilk kez böyle bir olay yaşıyordu.
Hocasına kesinlikle danışmalıydı.
 Olan biteni duygu ve düşüncelerini anlattı…
Hocası:
“Hızır Aleyhisselam evliyaların hocasıdır. Sana kendisi gelirse gelir, gelmezse bir yaver gönderir. Oralardan kalbine selam var. Ya Hu Ya Allah de kabul et,” diye yorumlamıştı.
Ağladı. Ağladı…
Düşündü.
Ve sonra gülümsedi.
Gözyaşınında bir görevi vardı. Ardından gelecek olan gülümseme için yüreğinin temizlenmesi gerekti.
Şimdi daha iyi anlıyordu. Gözyaşlarının nedenini…
Hüznünün rengi huzura dönmüştü.
Artık gününün rengi huzurdu!
Huzur…

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!