Geçmişin Gölgesinden Güneşli Günlere
Gözlerinden inciler bir bir boşalıyordu. Biliyordu ki ne yazsa eksik kalacaktı. Ne söylese yarımdı. Yüreğinde aynı sızıyı hissetti. Çocukluğunda yatağına gözyaşlarıyla yattığı.
Adını hüzün koymuştu. Olsundu.
İçinde ifade edemediği sarsıntılar yaşıyordu. Geriye baktığında istemediği onca şeyle doluydu hayatı. Hayalleri yığın olmuş, öylece bekliyordu. Mesela bunların çimento olduğunu varsaysak şimdiye saray olabilirdi. Peki ya yazamadıkları. Onlar da binlerce cilt ansiklopedi olurdu belki. Ne yapmalıydı? Her güne yenisiyle uyanıyordu. Ve her gece aynı acıyla gözlerini yumuyordu. Onun için hayat, çok zordu. Kafasını duvarlara vursa geçer miydi? Konuşmaktan haz etmiyordu. Bu yaşına kadar ne çok denemişti konuşmayı! Elde hep sıfır vardı. Elinde tek tesellisi vardı; evet, hala sevmeyi çok seviyordu. Onca sevilmeme hissine rağmen. Sahi ne ifade ediyordu başkaları için? Herkes harika şeyler söylüyordu kendisi için. Bunun bir önemi var mıydı? İnsan kendisini sevmeli evvela. İnsan kendisine yetmeli evvela. İnsan kendisini bilmeli evvela. Yeter miydi! yetmezdi. Soğuk odasında başını dizlerine gömmüş ağlıyordu. Ve yine geriye baktığında günler ne kadar da birbirinin aynıydı! Teknoloji çağında, başkaları gibi ya da herkes gibi telefonunu eline aldı. Belki de uzun uzun yazacağı öyküsüne başlamak üzere.
Gözlerinden inciler bir bir boşalıyordu. Biliyordu ki ne yazsa eksik kalacaktı. Ne söylese yarımdı. Yüreğinde aynı sızıyı hissetti. Çocukluğunda yatağına gözyaşlarıyla yattığı.
Sabah olunca bu his geçecek diye kendi kendini teselli ettiği günleri. Bunu çok erken öğrenmişti. Yıllar sonra şimdi yine içinde ki o çocuğa ağlıyordu. İnsan bilinçaltında yaşattığı o çocuğu sevmeli evvela. Zira her geçen gün hayatı daha da zindana dönüyordu.
Ey gece. Karanlığında boğuluyorum. Ne zamandır geceler olmasın diye dualar ediyorum. Güneş varsa umut vardır değil mi?
Bulutlu havalarda boğuluyorum adeta. Aklımı yitirmem için çok sebep var aslında. Ama koruyor Rabbim, diyordu. Bir sebebi vardır değil mi onunda? Geçecek, geçecek, geçecek Haşa zikir gibi dilimde.
Seneler öncesinde haykıran bir çocuk varmış. Geçecek derken hep bir geleceğe ertelediğini bilmediğinden olsa gerek, niyeti yolculuğunda ‘geçiyor’ dediği günlere aralanmış. Bir damlacık umudun belki de zirveye çıkma yolu olduğunu görebilmekmiş mucize denen.
Affetmenin balon hafifliğinde olan özgürlük hissini fark etmek, yaşamak denen.
Çocukluğunun çığlıklarını, yetişkin halinde güçlü durmak adına sağladığı faydayı, gülücüklere çevirebilmekmiş Hayat(ının) Koçluğu.
Yeteneklerine ve bu hayatta neler yapabilirime odaklandığında, kimsenin bir şeyine takılmadan ilerleyebilmekmiş keyif almak,
Kişilere bağımlı olmadan, yalnız koşulsuzca sevmekmiş iç huzuru denen,
Herkesin bir bakış açısı var ve biz ancak görebildiğimiz kadarıyla yorumluyormuşuz olanı.
Oysa bu kişinin tekâmül süreci, saygı duyuyorum cümlesinin verdiği his hamakta gökyüzünü seyretmek gibi.
Çöplükte bile otursa insan, çiçeklerin hayalini kurabiliyorsa o an, yüzündeki tebessüm ile birlikte hareket ettiğinde değişirmiş dünyası inan.
Velhasıl;
Adını hüzün koymuştu, içinden güneş doğdu.
TUĞBA SÜMEN
En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!