Bunu Bana Nasıl Söyler?

İnsan en çok kendini kandırırmış. Karşısına İlahi işaretler çıkmadan da farkına varamazmış. Peki sen kendini hangi konuda kandırdığının farkında mısın? Önce benimkini mi merak ediyorsun? Buyurun beraber şahit olalım.

Bunu Bana Nasıl Söyler?

En çok övündüğüm özelliğim kibir huyuna eser miktarda sahip olmamdı. Çünkü benim için herkes eşitti,kimseden bir üstünlüğüm yok aksine birçok kimseden aşağlık özelliklere sahip olduğumu düşünürdüm. Girdiğim ortamda en uçta oturur, hafifte kambur yürürdüm ki kimse beni böbürlenerek yürüyor zannına kapılmasın. Herkesi dinler sorarlarsa konuşurdum. Derslerde mesleğime saygı duyulmasını ister fakat şahıs olarak böyle bir beklentim olmadığını dile getirirdim. Yolda karşıdan gelene sağa geçip yol verir kendimle de gurur duyardım derinden. Görünürde garip halli zatlarla sohbet ederek onlarla eşit olduğumu hissettirmek ister,  onlar üzerinde hayret etkisi yaratmak gizli bir haz verirdi.

İnsan en çok kendini kandırırmış. Ben de kendini kandıranların başında yer alıyordum. Bütün bunların beni sinsice zehirlediğinin farkında değildim. Hep şekillere takılmış, en kötüsü de bunu Rıza-i İlahi için değil rıza-i elalem için yapıyor olduğumun farkında bile değildim. Bu gaflet uykumdan okuduğum şu  cümlelerle uyandım. ” İçindeki öfke ve kibirle nereye kadar gidebilirsin? Kalbini bunlardan temizlemeden yol alırım mı sandın?”

Niyetimiz malum, yolumuz net ve zor; nefsimizi ruha döndürmeye çalışmak. Sevdiğimizin huzuruna varabilmek, rızasına talip olmak. Fakat öfke ve kibir denmişti boşuna duyurulmuş olamazdı. Bu hayat tesadüfler için fazla dengeliydi. Yüzleşme arzusundan aldığım cesaretle göz bebeklerim yanındaki cümlelere odaklandı. “ Bunu bana nasıl söyler? bile desen egon kibirle törpülenir.“

Zaman makinesine girip bu sefer anı durdurup tefekkür modunu açmanın sırası gelmişti. Bunu bana nasıl söyler derken benliğin yükseliyordu. Kendini diğerlerinden üstün görüyor, bütün ruhların tanrı parçacığı olduğunu unutuyordun. Soru bombardımanı, acabalar, üzüntüler, umutlar doldurdu bir anda benliğimi. Kibiri yasaklaması yine bizler içindi bunu anlayabiliyordum. Hem toplumsal düzeni ahlakı sağlayabilmek hem de haddimizi idrak ettirerek bizi kendine daha yakın etmekti belli ki maksatı.

İnce bir çizgiydi kibir. Oldum dedin mi karşındaydı, ben daha güzel yaparım dedin mi ensende, eğer bir de çevredekilere darılıyor küsüyorsan kibir seni himayesine almış demekti. Çünkü neden darılıyorduk ki biz, Rabbim senden gelene razıyız cümlesi sık sık dökülürken dudaklarımızdan bir şahıs aracılığıyla karşımıza çıkan bir olaya nasıl gönül koyuyorduk. Ayrıca biz kimdik de bize bunu nasıl yaptı diye darılıyorduk kişiye?Bilmemiz gerekmiyor muydu yapan yaptıran duyan duyduran sadece Yaradan değil miydi?

Bu idrak hem hoşuma gitti, şükür ettim nasip edildiği ölçüde hem de boynum büküldü . Demek o ki son nefese kadar nefsimizle işimiz vardı, her an dizginlerinin kontrolünü kaydedebilirdik. Umutla korkunun bir kez daha kucağına düşmüştüm. Fakat  hatamın farkındalığından sonra , yine her zaman yaptığım gibi, yaramazlık yapmış mahcup çocuk edasıyla “İlahi Aşkımın“ sonsuz merhametine yavaş adımlarla yaklaşıp sokulmak tarifi imkansız da bir huzur veriyordu. Bu yol bu kadar düşüp kalkmalara rağmen nasıl da güzel bir yoldu.

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!