Aşk’ a Kavuşmak Tamamlar Mı O Boşluğu?
Yıllardır aradığın, yediğin ekmekte içtiğin suda eksik olan o parçayı bulabilecek miydin ? Neydi aradığın aradığım?
Başlık seni yazıyı okumaya ittiyse aynı yolda aynı şeyi arıyoruz demek ki. Bu yola kimimiz dert kimimiz Aşk ile başladık. Peki bu Aşk anlatılabilir miydi? Analizi mümkün müydü?Yani % 40 göz, % 20 söz, %40 gönül desem olay bitmiş miydi?
Çocukluğumdan beri hep bir şeylere aşık olduğumu tanıyanlar bilirler. İlk aşkım, annemin kıymetli salonundaki mor menekşeydi. Yaprakları yemyeşil, çiçekleri morun en güzeli, ortasıda sarının en masum rengindeydi. Dakikalarca izlerdim. Toprağını koklardım. Aynı toprak aynı saksı ve aynı su fakat yaprak ayrı alem çiçek ayrı alemde renklerdeydi. Öyle böyle değildi hayranlığım. Aşıktım. Kimseler uyanmadan yanına gider yapraklarına dokunur severdim onu. Yalnızken canı sıkılır diye yanında müzik dinler resim yapardım. Nasıl güzeldi ama bitti yok oldu Hiç oldu.
Komşunun kiraz ağacıydı sonra. Boyut olarak büyütmüştüm aşkımı. O kadar heybetli ve davetkar bir hali vardı ki. Öyle de güzel kokardı. Baharda altına kilim serer uzanırdım. Rüzgarlar çiçekleriyle üstümü örterdi. Derdim kirazları değildi hatta yediğim zaman utanır özür dilerdim. En yüksek dalı gökyüzüne dokunuyor gibiydi. Kökleri bütün mahalleyi sarmıştır diye düşünüyordum.Taşındık. Bitti, o da Hiç oldu.
Sonra mavi bir Reno binek araba oldu aşkım. Hazır olduğunda ki motorun sesi, buğulanan camı, kapıyı açarken çıkardığı gıcırtı, yüreğinin genişliği... Hepimizi gık demeden taşırdı, hayallerimi camına çizmeme izin verirdi. İstediğim zaman kapıyı açıp inebilme özgürlüğüne de sahiptim, açıp kapıyı içine girip yola çıkma özgürlüğüne de. Akıllı bir arabaydı, onu kullanıyor hissini yaşamamıza izin verirdi. Sonra o da Hiç oldu.
Matematik öğretmenimle beşere döndü artık aşkım. Göz bebeklerinden ruhumuza bakan gözleri, olsun be Esra sözüydü bu sefer sürekli zihnimde huzurla dans eden.
Sonra malum lise aşkları. Ölürüm, biterim, sensiz yaşayamam cümleleri, şarkılar, şiirler…
Bütün bu aşkların hepsinde hissettiğim bir eksiklik vardı. Özlemini duyduğum büyük bir eksiklik. Kavuşmak değildi derdim çünkü kavuşunca da hep bir şey eksikti.
Bu eksiklik, bu dert, bu arayış, bu özlem beni tasavvuf kapısına getirdi. Kulağıma bir şeyler fısıldadı ve eksik parçalar bir araya geldi.
Meleküt aleminde biz ilk Yaratıcının sesini duyuyoruz. O yüzden “ dinle” ile belki de o yüzden “ bişnev “ ile başlıyor Mesnevi.
Yaratan bize buyuruyor “ Ben sizin Rabbiniz değil miyim? “ . Biz ruhlar korkuyoruz bu heybetli sesten. Bu sefer Yaratıcı “ Veli “ diye sesleniyor. Bu ses sakinleştiriyor. Halka halka herkes Veli diye bağırıyor. Ve sözümüzü veriyoruz “ Evet, Sen bizim Rabbimizsin. “ Böylelikle önce misal sonra dünya alemine yolculuğumuz başlıyor. Vefayı ispat yolculuğu.Yardan, Yaratandan ayrılma dünya aleminde yerini hiç bir aşkın dolduramadığı aşktan ayrılma yolculuğu…
Rivayet o dur ya, sazlıkların ruhları temsil ettiği söylenir. Sazlıklardaki kamışlar rüzgarla ahenk içendedirler. Uğultuları, inlemeleri, hû ları, hayy ları.
Zamanı gelen kamışlar koparılır vatanından, hasret yolculuğu onların da kaderinde vardır. Tekrar özüne dönme yolculuğu. Sınanıp vefadan dönebilecek midir aşkına?
İyi bir üstadın eline düşerse, hocasının yardımıyla halden hale girer, arınır, sabreder, delikler açılır teker teker. Nefs terbiyesi sabır, gönül, teslimiyet işidir. Değişmek çile gerektirir fakat sözü vardır. Kul vefalı olmalıdır üflenmeye nefesle tanışmaya hazır bir kamış gibi. Sonra bir nefes verilir, Ney olur başlar aşkını üflemeye. Ya Hayyy Ya Hûû...
Devamı sırrım olsun, sırrınız olsun.
En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!